6 Aralık 2016 Salı

ADLER- Güç Çocuğun Eğitimi Kitabının İncelenmesi


Alfred Adler, çocukların eğitimiyle, yaşadığı ‘sorunlar’ ile ilgili çare arayan anne, baba ve  öğretmenlerin yoğun başvurularını karşılayabilmek için, Viyana’daki danışmanlık bürosunda kısa süreli psikolojik danışmanlık oturumları uygulamıştır. Yazdığı bu kitabı da bu oturumları içermektedir.
Adler, kitabına yazdığı önsözüne “ Çocuk, insanın babasıdır.” sözü ile başlamaktadır. Aslında çocuk yetiştirirken bir toplumu, bir nesli yetiştiriyoruz. Yetiştirdiğimiz nesil diğerini, diğeri ötekini, berikini derken aslında toplumu yetiştirmişiz, şekillendirmişiz. Bu yüzden özgür bir dünya sunmuyoruz çocuklara. Daha dünyaya geldiği ilk andan itibaren onları koşullandırıyoruz. “Benim güzel kızım, benim yakışıklı oğlum,aslan parçası..” gibi cümleler ile en basitinden onlara ne olmaları gerektiğini söylüyoruz. Öyle olmasalar sanki kabul görmeyeceklermiş gibi yansıtıyoruz. Çocukları, anne-babaları böylesine kısıtlaması, koşullandırması çocuklar için yapılacak en büyük kötülüktür. İşte bu yüzden biz psikolojik danışmanlar olarak ana-baba eğitimine oldukça önem vermeliyiz. Acaba tek sorun çocuk mu yoksa onu böylesine şekillendiren anne ve babada mı?
Adler’de kitabında sıkça yaşam tarzına ve toplumsallığa vurgu yapıyor. Bir çocuğun durumunu yorumlarken, açıklarken mutlaka yaşam tarzına, anne ve babasının tutumuna, çevresine, kaçıncı çocuk olduğuna bakıyor ve durumu öyle açıklıyor.
Kitabı genel anlamda çok beğendim fakat bir konuda eksik buldum. Alfred Adler, sorun ne çok iyi yakalayıp, nedeninin ne olduğunu hemen bulabiliyor ama empatiden yoksun, dikte edici bir öğretmenmiş gibi danışana yaklaşımı var. Bizler 4 yıl boyunca aldığımız eğitimle, danışanla yakın ilişki kurmak diye bir kavram öğrendik. Bu kavramın gerektirdiği ölçüde bir yakınlık söz konusu maalesef değil.
Kitapta çelişkide kaldığım bir nokta ise Adler’in olasılıklı, tahmine dayalı veya varsayım üzerinden sonuçlara varması. Psikolojik danışman olarak maalesef her şeyi bilmemiz mümkün değil. Anlatılanlar var, anlatılmayanlar, anlatılanların altında yatanlar.. bu yüzden konuştuğumuz kişi ile ilgili bir tahminde bulanabiliriz. Buna göre bir yöntem izleyebiliriz fakat bu durum ne kadar tam anlamıyla doğru olur bunu bilmiyorum. Yanlış yönlendirmeler yapabiliriz. Hata edebiliriz. O yüzden tam emin olmadan bir yöne girmek açıkçası bana çok doğru ve sağlıklı gelmiyor.

*Kitabın bazı bölümleri aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

1.SÖZDE ERGİNLİK KRİZLERİ

Kitabın bu bölümde fakir bir ailenin ortanca çocuğu olan 14 yaşındaki bir kızın, ailesinden yeterince sevgi görmediğinden, okuldaki başarı sürecinin yarım kaldığından ve kızın bu olumsuzlukları karşı cins ile ortadan kaldırmaya çalışmasından bahsediyor.
14 yaşında evden kaçan, asi, karşı cinse yakınlık kuran bir ‘ergen’  gördüğümüzde ilk düşündüğümüz şey hormonların etkisi olacaktır. Belki de ergenlik dönemi bilgilerimiz bu dönemde olan her şeyi hormonlara bağlıyor olabilir. Ama kitapta da belirttiği gibi bu durumu hormonlara bağlamak tamamen saçmalık olacaktır. Neden evden kaçtı, karşı cinsten ne bekliyor gibi cevapsız olan sorularımıza yanıtlar bulmak zorundayız. Bulmayız ki bu durumun asıl nedeninin ne olduğunu görelim.
Bölümü okuduğumuzda asıl nedenin ne olduğunu bulmak zor değil. İlgisiz bir anne baba tutumu, başarısız bir okul macerası, karşı cinsten beklediğini görememek birleşince ortaya böyle bir profil çıkması kaçınılmaz bir durumdur. Hatta bu durum karşısında intiharı düşünen bir kız çocuğu var karşımızda.
Adler’in de dediği gibi böyle bir vaka ile karşılaşırsak yetkili birine başvurmalı ve okulla ilişkisini devam ettirmemiz gerekir. Bizi aşmayan ve yapabileceğimiz konularda da elimizden geleni yapmalıyız. Kızın anne ve babasına müşavirlik hizmeti uygulanmalı. Herkes bu kız için ortak bir payda da buluşmalı ki intihar eylemini bile düşünen biri için ‘bir’ olarak hareket edilmeli. Evde ilgisizlik ile büyüyen biri için okulda ilgili olmak onu okuldaki kişilere bağımlı yapabilir belki. Kitabın bu bölümünde biraz bu durumun eksik olmasını beğenmedim.

2.TAHTINDAN İNDİRİLMİŞ AĞABEY

            Kitabın bu bölümde ise biri 9 biri ise 7 yaşında olan iki erkek kardeşten bahsediyor. Küçük çocuğun gelmesi ile büyük çocuğun yaşadığı sorunlara dikkat çekilmiştir.
            Bu bölümü bir sonradan gelen olarak oldukça ilgiyle okudum. Tam da Adler’in dediği bir kanıya vardım. Kesinlikle büyük çocukların veya küçük çocukların sergilediği davranış örüntüleri ebeveynlerin tutumuna, çevredeki insanlara, yaşam tarzlarına bağlıdır. Aile o iki çocuk arasındaki dengeyi kurmak zorundadır. Büyük ile küçük kardeş arasında kıyaslamalara girilmemelidir. İlgi her ikisine de eşit derecede gösterilmelidir. Evet, biz sonradan gelen çocuklar olarak abimizin/ablamızın tahtını sallandırıyoruz. Ona yetişmeye çalışıyoruz. Fakat bu durumda biz ikinci çocukları gerçek bir savaşın içine sokuyor. Bu yüzden anne ve babalar çocuklarını kıyaslama yoluna gitmemeli.


3.KAYBOLMUŞ CENNET UĞRUNA MÜCADELE

Bu vakada 5 yaşında bir çocuğun hayatına bakarak, okulda nasıl davranacağı konusunda fikir sahibi olmamızı, tahminlerde bulunmamızı istiyor Adler. Çocuğun hayatına baktığımızda güç bir çocuk olduğunu görüyoruz. Hiperaktif, tahtından indirilmiş, ilgiyi hep üzerinde isteyen bir çocuk. Öyle ki ilgiyi üzerinde tutmak için çamurlu ayakkabılarıyla masaya çıkıyor, annesi iş yaparken ışığı açıp kapatıyor, anne ve baba şarkı söylerken bağırıyor. Bu tip davranışları oldukça fazla yapıyor.
Çocuğun hayatına baktığımızda aslında bu davranışları sergilemesi bana kalırsa normal. Anaokuluna gitmemiş ve yeni doğan kardeşi üzerindeki ilgileri sıklıkla görmüş biri onunla ilgilenilmediğinde ilgiyi üzerine çekmek için kötü davranışlarda bulunacaktır. Nitekim bunu yaptığı zamanlarda da ilgi üzerine gelince yaptığı bu davranışlar pekişiyor.
Psikolojik danışmanlar böyle bir vaka karşısında ne yapacak? Derste paylaştığımız hiperaktif olan bir çocuğun durumu aklıma geldi. Psikolojik danışmanın odasında basılmadık yer bırakmayan, vazoyu kıran bir çocuktu bu vakanın baş kahramanı. Çok benzerlikleri olan bu vakada da yine aynı şekilde davranabiliriz. Çocuk bize istekli veya gönüllü olarak gelmeyecektir. Ortalığı dağıtıp, hareketliliğini göstermesini beklemeliyiz. Bir şey yaptığında sert ve ceza verici tepkiler vermek ateşe körükle gitmekle aynı şeydir. Bizi yıldırmasına izin vermediğimiz takdirde kendisi yılacak ve konuşmaya başlayacaktır.  Danışma oturumları hem çocuk hem de aile ile ayrı şekilde ilerlemelidir. Böylelikle 5 yaşındaki bir çocuğun okula başlayana kadar bu durumlarının üstesinden gelmeyi başarabiliriz.

4.İDRARINI KAÇIRAN ÇOCUK (ENÜREKTİK)

            Bu vakada 12 yaşında Emile isimli bir çocuğun idrar kaçırma davranışları ele alınıyor. Bu davranışları yapmasının en büyük nedeninin de ilgi istediği, saldırganlık eğilimleri taşıdığı hakkında fikir sahibi oluyoruz.
            Bir çocuğun altını ıslatma davranışlarını ne zaman yaptığını pek önemsemezdim. Yani ‘sonuç olarak altını ıslatıyor mu ıslatıyor’ diye bakardım. Fakat bu bölümde düşünce bayağı bir değişti. Çünkü çocuk geceleri değil gündüzleri altını ıslatıyor. Bu durumda da bizler çocuğun, gündüzleri bir gerilim içinde bulunduğunu belirtmeliyiz. Çocuk onunla daha fazla ilgilenilmesini istiyor olabilir.
            Çocuk üvey babaya sahip. Üvey baba ise çocuğa sert davranıyor ilk başlarda. Çocuğa bu denli sert davranmak ona cezalar vermek, sevgisizlik göstermek çocuğun kinlenmesine neden olacaktır. Bu durum sonucunda da suçlamalar başlayacaktır.
            Çocuk evden uzakta büyümüştür. Ya bir akrabasında ya da yetimhanede. Akrabalarının yanında olan çocuklar ilgi görebilir, onlar tarafında sevgiyle karşılanabilir. Bzim kültürümüzde akrabalık bağları oldukça gelişmiş olduğundan bir teyze, hala yanında şımarıklığımızı, ilgi çekme isteğimizi daha fazla belli edebiliyoruz. Ama yetimhanede öyle değil. Katı ve sert bir ortamda bu ilgiyi bulmak oldukça zordur.
            Son olarak çocuğun okul hayatına bakacak olursak eğer, okul hayatı da oldukça meşakatli bir şekilde ilerlemektedir. İlkokul bir ve üçte sınıfta kalan bir çocuk başarısız bir eğitim hayatına başlamılltır. Bu durum onu oldukça geren, hiddetlendiren bir durumdur. Neyse ki bu durum geçmişte kalmış yeni okul yaşamında arkadaşlar edinmiştir. Buradan anlıyoruz ki çocuk umut etmiştir.

            Biz psikolojik danışmanlar olarak bir vakada olumlu ve olumsuz yanları iyi görmeliyiz. İşe olumlu yanlar ile başlarsak daha etkili sonuçlar alacağımızı düşünmekteyim. Adler’in öğüt verici konuşmaları yerine ben, çocuğun ailesine ve kendisine ev ödevleri verirdim. Birlikte zaman geçirmeleri ve iyi şeyleri görüp fark etmeleri için. Çocuğu cesaretlendirmeliyiz. Cesaretlendirmeliyiz ki yaptığı şeylerin olumlu yanlarını görüp kendini değerlendirsin. 

Psikolojik Danışman Ece Nur Öztürk

19 Kasım 2016 Cumartesi

TECAVÜZ

İnatla anlamayan/anlamak istemeyen kişilere (örümcek kafalara) ayrıntılı bir şekilde anlatmak istiyorum.
İlk olarak tecavüz nedir ile başlamak istiyorum. tecavüz, TDK'nın açıklamalarıyla: isim Saldırı, 'namusuna' saldırma, sarkıntılık, başkasının hakkına el uzatma, aşma, ötesine geçme anlamlarına gelmektedir.

Oldukça genel bir anlamı olan tecavüzü bizler sadece kadın-erkek cinselliği ile sınırlıyoruz. oysa yaptığımız bu kalıplaştırma ile diğer kabul ettirmek istediklerimizi yok sayıyoruz. tecavüz eden sadece erkek cinsiyetine sahip olmayacağı gibi tecavüze uğrayanın da sadece kadın olmayacağını anlamak gerekir. (gender,queer kavramlarına bir bakın size zahmet. sadece kadın,erkek,lgbti değil demek istediğim çok daha geniş.. artı hayvan ve nesneler de var. ama su an kadın erkek üzerinden gidiyorum konuya.) Ülkemize dönüp bakacak olursak eğer sürekli olarak tecavüzün bu iki cinsiyet ile ilgili 'alışa geldiğini' görüyoruz. Çünkü ne yazık ki ataerkil bir toplum düzeninde yaşıyoruz.

Ataerkil toplumlarda erkek, gücünü(!) göstermek amacıyla genel olarak cinselliği ön planda tutmaktadır. Kullanılan dilde (ananı..., bacını..) , yapılan davranışlarda (yürürken cinsel bölgesini ellemek, bacaklarını açıp oturmak..) bunu çok açık bir şekilde görebiliyoruz. Bu gibi basit ama ataerkil düzenin tabanını oluşturan hareketlere herhangi bir yaptırımın uygulanmaması ya da 'ayıplamanın' bile çok görülmesi ne yazık ki bu düzenin sağlamlaşmasını sağladı. Erkektir yapar, erkektir eder.. gibi cümlelerle her hatasında affedilen erkek daha da güçlendi. ve gittikçe daha da toplum düzeninde saygın konuma geldi. (Kadınlara bile secme secilme hakkını erkekler verdi !! burası da ayrı bir tartışma konusu.)

Güçlü erkek istediğini yapmaya başladı. İstediği olmadıkça da zorla yapmaya. O kadın istedi, kadın onu istemedi. Bu onun isteğine ulaşmasına engel olmamalıydı. Gazoz ile güzel,eğlenceli kıldılar bunu bize, kadınların 'açık seçik' giymeleriyle de haklı yaptılar kendilerini. zorla 'sahip' olmak istediler bedenlere. her zorla sahip oluş daha da güçlü kıldı onları. Nasıl olsa bir kravata, bir namaza, bir de kadının kıyafetiyle, saat kaçta dışarıda olmasına bakıyordu cezaları. Baktılar cezası da yok öyle aman aman suç işlemelerine bir engel yoktu.

Bu engelleri ortadan biz kaldırdık! susarak, görmezden gelerek, bana dokunmayan bin yaşasın diyerek! şimdi suçlar arttı. Doğuda, turkiye'nin ücra köşelerinde ya da metropollerin göbeğinde. eskiden duymuyorduk, duyunca da 'ah,vah' diyip çıkıyorduk işin içinden. Ünzile satılırken 10 koyuna töre, adet diyorduk. sustukça arttı suçlar. sustukça azaldı cezalar! artık dur demenin vakti gelip geçmedi mi? herkes önüne koysun şapkasını artık! Bu açık giyindi, zaten yolluydu, transtı, töreydi, adetti, engelliydi, ilaç kullanıyordu, hastaydı vs. meselesi değil! Bu Türkiye'de yaşayan herkesin ortak meselesi! bu sessizliğe çığlık olmak için belkide son şansımız! Herkes elini vicdanına koysun ve harekete geçsin! çünkü hiçbir şekilde TECAVÜZ MAŞRULAŞTIRILAMAZ!!!!

Psik. Dnş. Ece Nur ÖZTÜRK

lütfen aşağıdakı linkten kampanyayı imzalayın!



https://www.change.org/p/t%C3%BCrkiye-b%C3%BCy%C3%BCk-millet-meclisi-istismarc%C4%B1y%C4%B1-koruyan-yasaya-hay%C4%B1r-0e795dc4-aa9a-4e69-be25-264c4229b76a?recruiter=20452793&utm_source=share_petition&utm_medium=whatsapp


**tecavüz sonrası yaşanan ruh hali, stres bozukluğu, depresyon gibi konulara bir sonraki yazımda yer vereceğim.






4 Ocak 2016 Pazartesi

ŞEKER PORTAKALI



Kitabın Yazarı: Jose Mauro de Vasconcelos

Kitabın Konusu: Kitapta, yoksul ve kalabalık bir ailenin çocuğu olan Zeze’mn, genellikle yaşadığı acılı olaylarla beraber, olgun­laşma sureci anlatılmıştır.

Roman Karakterleri
Zeze: Baş kahraman, yoksul bir ailenin küçük çocuklarından biridir.
Totoca: Zeze’nin ağabeyidir. Bencilce ve tutarsız davranışlar sergiler.
Edmundo Dayı: Yaşlı bir akrabadır.Ona ailesinden çok daha iyi davranır.
Jandira: Zeze’nin ablasıdır. Zamanını roman okumak ve sevgililerini düşünmekle geçirir.
Gloria: Zeze’nin ablasıdır. Onu ailede en çok seven ve koruyan kişidir.
Bay Arivaldo: Bir sokak şarkıcısıdır. Zeze ile aralarında sessiz bir dostluk gelişmiştir.
Lala: Zeze’nin diğer ablasıdır. Son zamanlara kadar Zeze ile ilgilenmiş ama sonraları ya bıkmış, ya da sevgilisiyle olmayı tercih etmiştir.
Luis: Zeze’nin küçük kardeşi, kardeşlerden en küçüğüdür. Ailede herkes tarafından sevilir.
Luciano: Luciano adındaki yarasa, Zeze’nin isim takıp konuştuğu çok sevdiği arkadaşlarından biridir.
Minguinho (Xururuguinho): Bir şeker portakalı ağacıdır. Zeze, Luciano gibi onunla da konuşur. Hatta onların da konuştuklarını düşünür.
Bay Paulo (Baba): İş bulamadığı için psikolojik sorunlar yaşamaktadır. Bu yüzden çocuklarına karşı yeterince sevecen ve sabırlı olamaz.
Anne: Ailenin geçimini sağlamak için çalışmak zorundadır. Çocuklarıyla ilgilenemez. Bu yüzden romanda arka planda kalır.
Manuel Valadares (Portuga): Zeze’ye sevgiyi, yaşamın sevilebilecek yanlarını öğreten insandır. Onun iyi ve mutlu bir çocuk olabilmesi elinden gelen her şeyi yapar.
Cecilia Paim (Öğretmen): Yaptığı bütün haylazlıklara rağmen Zeze'nin mükemmel bir çocuk olduğunu düşünen duygulu ve anlayışlı biridir.

Yazar ve Kitap Hakkında Bilgi
     Jose Mouro de Vascancelos, 26 Şubat 1920’de Rio de Jenerio yakınlarındaki Bangu’da doğdu.Kızıldereli ve Portekizli kırması bir ailenin çocuğuydu.İki yıl tıp eğitimi aldı ama bu eğitimini tamamlamadı.Çeşitli işlerde çalıştı.boks antrönörlüğü,tarım işçiliği yaptı.Kızıldereliler arasında yaşadı.1942 yılında yazdığı ilk romanı Yaban Muzu ile eşine az rastlanır anlatıcılık yeteneğini ortaya koydu.ardından Şeker Portakalı,Güneşi Uyandıralım,Delifişek,Kardeşim Rüzgar,Kardeşim Deriz,Çıplak Sokak gibi romalarıyla ünü Brezilya sınırlarını aştı.

     Jose Mauro De Vasconcelos edebiyat dünyasının en ilginç yazarlarından biri. Nedeni ise yazarlık yeteneğini uzun yıllar keşvedememesi ve hayatın onu bir çok birbirinden alakasız işlere sürüklemesi ve yaşadıkları ile içinde barındırdığı hikayesini yazmaya karar vererek edebiyat dünyasında yeri alması.

     Hayatında bir çok farklı işte çalışan ve içinde kendine göre bir hikaye geliştiren yazar en sonunda bunu kağıda dökmeye karar verir ve 12 gün gibi kısa bir sürede kitabını tamamlar. Bu kitabı sayesinde de en çok satanlar listesine giren yazar bir anda kendini farklı bir dünyada bulur. İşte bu kitabın adı Şeker Portakalı.

     Aydın Emeç tarafından Türkçeye çevrilen bu değerli romanda yoksul bir ailenin oğlu olan bir çocuğun yüzmeye daha yeni başladığında ilerde yüzme şampiyonu olma hayalini kurmasını ve bu hayali için ilerlerken hayatın ona nasıl oyunlar oynadığını ve onu nasıl farklı yerlere sürüklediğini anlatıyor.

     Şeker Portakalı okuyucularına tam bir hayat dersi sunuyor ve hayata dair gerçekleri su yüzeyine çıkartıyor. Bunu yaparken de okuyucunun kendi geçmişinden parçaları bulmasını ve hayatı daha iyi anlamasını sağlıyor.

Romanın Özeti
     Yaramazlığıyla tüm mahallede adından söz ettiren ve ailesinin kendisini daha fazla olay yaratmaması ve kendilerinin biraz daha rahat edebilmeleri için kendisini daha beş yaşında okula göndermelerinden şikayet eden Zeze,en çok sevdiği kardeşi olan Luis devamlı gezerdi.Zaten insanın ailede biriyle daha çok ilgilendiğini ve bununda Luis olduğunu söylerdi.Ama abisi Totoca ile birlikte de gezerlerdi.

     Zeze devamlı Edmundo dayısıslagörüşür ve ondan çok şey öğrenirdi.Ona göre o bir kültür abidesiydi.Her gitttiğinde kendini geliştimesi bakımından bayağı mesafe katediyordu.

     Noel yaklaşıyordu.Ve bütün şehirdeNoel’in yaklaştığını gösteren olaylar gelişiyordu.Bütün dükkanlar daha canlı, daha farklıydı.Yalnız Zeze ailesinin maddi durumunun iyi olmaması nedeniyle bu heyecanı yaşayamıyordu.Bir kamyon dolusu oyuncak dağıtılacaktı.Bu oyuncaklardan alabilmeri için oyuncakların dağıltıldığı ve çok mesafade bulunan bu yere gitmeleri gerkiyordu.Ve de kardeşiyle birlikte gittiler.Bu yere vardıklarında oyuncak kalmamıştı.dolasyısıyla Noel’I armağansız geçirdiler.Bu durumdan şikayetçi olan Zeze homuldanırken babası duydu.Babası bu olay üzerine bir köşeye çekilip çok üzüldüğü anlaşılırcasına oturdu.Zez babasını orda olduğundan haberdar değildi.Kemdisini affettirmek için boyacı sandığını kapıp para kazanmaya gitti ve babasına sigara getirdi.

     Zeze’nin okumayı daha küçükken öğrenmesi ailesinde herkesi şaşırtmıştı.Zaten ilk başta herkes onun duyduklarını ezberlediğini sanıyordu.Okumayı bilmesi ve birazda onun yaramazlığından kurtulmak için onu okula kaydettirdiler.Okulda öğretmeninin en çok sevdiği öğrenci Zeze idi.Çok başarılıydı ve de çok sessizdi.Evde yaptığı yaramazlıkları okulda yapmıyordu.

     Taşınacaklardı, yeni evlerine gittiler. Gloria eve doğru koşmaya başladı ve Hintkirazı ağacına sarılıp o ağacın onun olduğunu söyledi.Diğer kardeşi de aynı şeyi Demirhindiye yaptı ve Zeze ‘ye de arkadaki küçük bir şeker portakalı fidanı vardı.dikensiz olduğu için onu seçti.Ablası onun çok genç olduğunu ve küçük fidanın da onunla büyüyeceğini söyledi.
Zeze devamlı küçük fidanın yanına gidip kendi kendine konuşuyordu.Sonunda bu küçük fidan Zeze’nin sorularına cevap verdi.Bu olayda sonra Zeze devamlı fidanın yanına giderek onunla dertleşiyordu.
     Zeze okula giderken arabaların arkasına takılarak “Yarasa” dedikleri işi gerçekleştiriyorlardı.Yalnız, bir araç vardı ki hiçkimse yanaşamıyordu. Zeze birgün bütün cesaretini toplayıp arabanın arkasına atladı.ama arabanın sahibi arabadan indi ve Zeze’yi fırçaladı. Zeze bu olaydan sonra daha da yarasa yapmaya cesaret edemedi.
     Zeze yaptığı yaramazlıkların birisi sonucunda ayağını bir cam parçasıyla yarmıştı.Bunu farkeden O Portekizli adam ki Zeze’yi arabasına bildiği için fırçalamıştı hemen onu arabasına bindirip onu okula bıraktı.daha sonraları sık sık buluşup arabayla gezmeye başladılar. Zeze bu Portekizli adamı çok sevmişti ve de çok samimi olmuştu.Hatta ondan ismini değiştirmesini istemişti.
     Evde yaptığı yaramazlık sonucu babası ve ablası ağzı burnu kırılıncaya kadar dövdüler.Okulda kimse durumu anlamasın diye okula göndermediler.Bu yüzden Portrkizli adamın da yanına gidemiyordu.Dünyada en çok sevdiği kişinin bu adam olguğunu düşünüyordu.Bu yüzden bu adamdan onun babası olmasını istiyordu.
    Totoca paraya ihtiyacı olduğu için Zeze’ye gelip ondan para istedi.Ama Zeze ona para vermemeye kararlıydı.Totoca para verirse ona iki önemli şey söyleyeceğini söyledi.Şeker portakalı ağacının bulunduğu bahçenin yol için kullanılacağı ve dolayısıyla buradaki fidanların kesileceğini söyledi.
     Birgün Zeze okulda öğretmenin sorduğu soruyu cevaplarken geç kalan arkadaşı içeri girdi.Portekizli adamın arabasının Mangaratiba adlı trenin altında kaldığını ve büzden kendisini geç kaldığını söyledi.Bunu duyan Zeze izin almadan olay yerine g,tti ve gerçeği öğrendi.hayatınd aen çok sevdiği adamı yani babası olmasını istediği kişiyi kaybetmişti.Totoca onu bir evin önünde oturuken buldu.ateşler içerisindeydi..Hemen eve götürdü.evdekiler onun yine numara yaptığını sanıyorlardı.Daha sonra bunun gerçek olduğunu anladılar.Hiçbirşey yiyemiyor,hiçbirşey içemiyordu.Bütün mahalle onon ziyaretine gelerek onsuz mahallenin çok sıkıcı çok cansız olduğunu söylüyordu.Totoca ona kötü haber verdiğini ve bu yüzden kardeşinin bu hallere düştüğüne inanıyordu.Bu yüzden vicdan azabı çekiyordu.
     
Babası ünlü bir şirketin amirliğine atanmıştı.Zeze’yi karşısına alıp ona artık bu sefaletin bittiğini ve bundan sonra acı çekmeyeceğini söyledi.Ayrıca Şeker portakalı fidanının kesimini de erteltttiğini söyledi.ama Zeze için şeker portakalı kesilmişti.Çünkü onun manevi babası Manuel Valaderes ölmüştü.