6 Aralık 2016 Salı

ADLER- Güç Çocuğun Eğitimi Kitabının İncelenmesi


Alfred Adler, çocukların eğitimiyle, yaşadığı ‘sorunlar’ ile ilgili çare arayan anne, baba ve  öğretmenlerin yoğun başvurularını karşılayabilmek için, Viyana’daki danışmanlık bürosunda kısa süreli psikolojik danışmanlık oturumları uygulamıştır. Yazdığı bu kitabı da bu oturumları içermektedir.
Adler, kitabına yazdığı önsözüne “ Çocuk, insanın babasıdır.” sözü ile başlamaktadır. Aslında çocuk yetiştirirken bir toplumu, bir nesli yetiştiriyoruz. Yetiştirdiğimiz nesil diğerini, diğeri ötekini, berikini derken aslında toplumu yetiştirmişiz, şekillendirmişiz. Bu yüzden özgür bir dünya sunmuyoruz çocuklara. Daha dünyaya geldiği ilk andan itibaren onları koşullandırıyoruz. “Benim güzel kızım, benim yakışıklı oğlum,aslan parçası..” gibi cümleler ile en basitinden onlara ne olmaları gerektiğini söylüyoruz. Öyle olmasalar sanki kabul görmeyeceklermiş gibi yansıtıyoruz. Çocukları, anne-babaları böylesine kısıtlaması, koşullandırması çocuklar için yapılacak en büyük kötülüktür. İşte bu yüzden biz psikolojik danışmanlar olarak ana-baba eğitimine oldukça önem vermeliyiz. Acaba tek sorun çocuk mu yoksa onu böylesine şekillendiren anne ve babada mı?
Adler’de kitabında sıkça yaşam tarzına ve toplumsallığa vurgu yapıyor. Bir çocuğun durumunu yorumlarken, açıklarken mutlaka yaşam tarzına, anne ve babasının tutumuna, çevresine, kaçıncı çocuk olduğuna bakıyor ve durumu öyle açıklıyor.
Kitabı genel anlamda çok beğendim fakat bir konuda eksik buldum. Alfred Adler, sorun ne çok iyi yakalayıp, nedeninin ne olduğunu hemen bulabiliyor ama empatiden yoksun, dikte edici bir öğretmenmiş gibi danışana yaklaşımı var. Bizler 4 yıl boyunca aldığımız eğitimle, danışanla yakın ilişki kurmak diye bir kavram öğrendik. Bu kavramın gerektirdiği ölçüde bir yakınlık söz konusu maalesef değil.
Kitapta çelişkide kaldığım bir nokta ise Adler’in olasılıklı, tahmine dayalı veya varsayım üzerinden sonuçlara varması. Psikolojik danışman olarak maalesef her şeyi bilmemiz mümkün değil. Anlatılanlar var, anlatılmayanlar, anlatılanların altında yatanlar.. bu yüzden konuştuğumuz kişi ile ilgili bir tahminde bulanabiliriz. Buna göre bir yöntem izleyebiliriz fakat bu durum ne kadar tam anlamıyla doğru olur bunu bilmiyorum. Yanlış yönlendirmeler yapabiliriz. Hata edebiliriz. O yüzden tam emin olmadan bir yöne girmek açıkçası bana çok doğru ve sağlıklı gelmiyor.

*Kitabın bazı bölümleri aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

1.SÖZDE ERGİNLİK KRİZLERİ

Kitabın bu bölümde fakir bir ailenin ortanca çocuğu olan 14 yaşındaki bir kızın, ailesinden yeterince sevgi görmediğinden, okuldaki başarı sürecinin yarım kaldığından ve kızın bu olumsuzlukları karşı cins ile ortadan kaldırmaya çalışmasından bahsediyor.
14 yaşında evden kaçan, asi, karşı cinse yakınlık kuran bir ‘ergen’  gördüğümüzde ilk düşündüğümüz şey hormonların etkisi olacaktır. Belki de ergenlik dönemi bilgilerimiz bu dönemde olan her şeyi hormonlara bağlıyor olabilir. Ama kitapta da belirttiği gibi bu durumu hormonlara bağlamak tamamen saçmalık olacaktır. Neden evden kaçtı, karşı cinsten ne bekliyor gibi cevapsız olan sorularımıza yanıtlar bulmak zorundayız. Bulmayız ki bu durumun asıl nedeninin ne olduğunu görelim.
Bölümü okuduğumuzda asıl nedenin ne olduğunu bulmak zor değil. İlgisiz bir anne baba tutumu, başarısız bir okul macerası, karşı cinsten beklediğini görememek birleşince ortaya böyle bir profil çıkması kaçınılmaz bir durumdur. Hatta bu durum karşısında intiharı düşünen bir kız çocuğu var karşımızda.
Adler’in de dediği gibi böyle bir vaka ile karşılaşırsak yetkili birine başvurmalı ve okulla ilişkisini devam ettirmemiz gerekir. Bizi aşmayan ve yapabileceğimiz konularda da elimizden geleni yapmalıyız. Kızın anne ve babasına müşavirlik hizmeti uygulanmalı. Herkes bu kız için ortak bir payda da buluşmalı ki intihar eylemini bile düşünen biri için ‘bir’ olarak hareket edilmeli. Evde ilgisizlik ile büyüyen biri için okulda ilgili olmak onu okuldaki kişilere bağımlı yapabilir belki. Kitabın bu bölümünde biraz bu durumun eksik olmasını beğenmedim.

2.TAHTINDAN İNDİRİLMİŞ AĞABEY

            Kitabın bu bölümde ise biri 9 biri ise 7 yaşında olan iki erkek kardeşten bahsediyor. Küçük çocuğun gelmesi ile büyük çocuğun yaşadığı sorunlara dikkat çekilmiştir.
            Bu bölümü bir sonradan gelen olarak oldukça ilgiyle okudum. Tam da Adler’in dediği bir kanıya vardım. Kesinlikle büyük çocukların veya küçük çocukların sergilediği davranış örüntüleri ebeveynlerin tutumuna, çevredeki insanlara, yaşam tarzlarına bağlıdır. Aile o iki çocuk arasındaki dengeyi kurmak zorundadır. Büyük ile küçük kardeş arasında kıyaslamalara girilmemelidir. İlgi her ikisine de eşit derecede gösterilmelidir. Evet, biz sonradan gelen çocuklar olarak abimizin/ablamızın tahtını sallandırıyoruz. Ona yetişmeye çalışıyoruz. Fakat bu durumda biz ikinci çocukları gerçek bir savaşın içine sokuyor. Bu yüzden anne ve babalar çocuklarını kıyaslama yoluna gitmemeli.


3.KAYBOLMUŞ CENNET UĞRUNA MÜCADELE

Bu vakada 5 yaşında bir çocuğun hayatına bakarak, okulda nasıl davranacağı konusunda fikir sahibi olmamızı, tahminlerde bulunmamızı istiyor Adler. Çocuğun hayatına baktığımızda güç bir çocuk olduğunu görüyoruz. Hiperaktif, tahtından indirilmiş, ilgiyi hep üzerinde isteyen bir çocuk. Öyle ki ilgiyi üzerinde tutmak için çamurlu ayakkabılarıyla masaya çıkıyor, annesi iş yaparken ışığı açıp kapatıyor, anne ve baba şarkı söylerken bağırıyor. Bu tip davranışları oldukça fazla yapıyor.
Çocuğun hayatına baktığımızda aslında bu davranışları sergilemesi bana kalırsa normal. Anaokuluna gitmemiş ve yeni doğan kardeşi üzerindeki ilgileri sıklıkla görmüş biri onunla ilgilenilmediğinde ilgiyi üzerine çekmek için kötü davranışlarda bulunacaktır. Nitekim bunu yaptığı zamanlarda da ilgi üzerine gelince yaptığı bu davranışlar pekişiyor.
Psikolojik danışmanlar böyle bir vaka karşısında ne yapacak? Derste paylaştığımız hiperaktif olan bir çocuğun durumu aklıma geldi. Psikolojik danışmanın odasında basılmadık yer bırakmayan, vazoyu kıran bir çocuktu bu vakanın baş kahramanı. Çok benzerlikleri olan bu vakada da yine aynı şekilde davranabiliriz. Çocuk bize istekli veya gönüllü olarak gelmeyecektir. Ortalığı dağıtıp, hareketliliğini göstermesini beklemeliyiz. Bir şey yaptığında sert ve ceza verici tepkiler vermek ateşe körükle gitmekle aynı şeydir. Bizi yıldırmasına izin vermediğimiz takdirde kendisi yılacak ve konuşmaya başlayacaktır.  Danışma oturumları hem çocuk hem de aile ile ayrı şekilde ilerlemelidir. Böylelikle 5 yaşındaki bir çocuğun okula başlayana kadar bu durumlarının üstesinden gelmeyi başarabiliriz.

4.İDRARINI KAÇIRAN ÇOCUK (ENÜREKTİK)

            Bu vakada 12 yaşında Emile isimli bir çocuğun idrar kaçırma davranışları ele alınıyor. Bu davranışları yapmasının en büyük nedeninin de ilgi istediği, saldırganlık eğilimleri taşıdığı hakkında fikir sahibi oluyoruz.
            Bir çocuğun altını ıslatma davranışlarını ne zaman yaptığını pek önemsemezdim. Yani ‘sonuç olarak altını ıslatıyor mu ıslatıyor’ diye bakardım. Fakat bu bölümde düşünce bayağı bir değişti. Çünkü çocuk geceleri değil gündüzleri altını ıslatıyor. Bu durumda da bizler çocuğun, gündüzleri bir gerilim içinde bulunduğunu belirtmeliyiz. Çocuk onunla daha fazla ilgilenilmesini istiyor olabilir.
            Çocuk üvey babaya sahip. Üvey baba ise çocuğa sert davranıyor ilk başlarda. Çocuğa bu denli sert davranmak ona cezalar vermek, sevgisizlik göstermek çocuğun kinlenmesine neden olacaktır. Bu durum sonucunda da suçlamalar başlayacaktır.
            Çocuk evden uzakta büyümüştür. Ya bir akrabasında ya da yetimhanede. Akrabalarının yanında olan çocuklar ilgi görebilir, onlar tarafında sevgiyle karşılanabilir. Bzim kültürümüzde akrabalık bağları oldukça gelişmiş olduğundan bir teyze, hala yanında şımarıklığımızı, ilgi çekme isteğimizi daha fazla belli edebiliyoruz. Ama yetimhanede öyle değil. Katı ve sert bir ortamda bu ilgiyi bulmak oldukça zordur.
            Son olarak çocuğun okul hayatına bakacak olursak eğer, okul hayatı da oldukça meşakatli bir şekilde ilerlemektedir. İlkokul bir ve üçte sınıfta kalan bir çocuk başarısız bir eğitim hayatına başlamılltır. Bu durum onu oldukça geren, hiddetlendiren bir durumdur. Neyse ki bu durum geçmişte kalmış yeni okul yaşamında arkadaşlar edinmiştir. Buradan anlıyoruz ki çocuk umut etmiştir.

            Biz psikolojik danışmanlar olarak bir vakada olumlu ve olumsuz yanları iyi görmeliyiz. İşe olumlu yanlar ile başlarsak daha etkili sonuçlar alacağımızı düşünmekteyim. Adler’in öğüt verici konuşmaları yerine ben, çocuğun ailesine ve kendisine ev ödevleri verirdim. Birlikte zaman geçirmeleri ve iyi şeyleri görüp fark etmeleri için. Çocuğu cesaretlendirmeliyiz. Cesaretlendirmeliyiz ki yaptığı şeylerin olumlu yanlarını görüp kendini değerlendirsin. 

Psikolojik Danışman Ece Nur Öztürk