Alfred Adler, çocukların eğitimiyle, yaşadığı ‘sorunlar’
ile ilgili çare arayan anne, baba ve öğretmenlerin yoğun başvurularını
karşılayabilmek için, Viyana’daki danışmanlık bürosunda kısa süreli psikolojik
danışmanlık oturumları uygulamıştır. Yazdığı bu kitabı da bu oturumları
içermektedir.
Adler, kitabına yazdığı önsözüne “ Çocuk, insanın babasıdır.” sözü ile
başlamaktadır. Aslında çocuk yetiştirirken bir toplumu, bir nesli
yetiştiriyoruz. Yetiştirdiğimiz nesil diğerini, diğeri ötekini, berikini derken
aslında toplumu yetiştirmişiz, şekillendirmişiz. Bu yüzden özgür bir dünya
sunmuyoruz çocuklara. Daha dünyaya geldiği ilk andan itibaren onları
koşullandırıyoruz. “Benim güzel kızım, benim yakışıklı oğlum,aslan parçası..”
gibi cümleler ile en basitinden onlara ne olmaları gerektiğini söylüyoruz. Öyle
olmasalar sanki kabul görmeyeceklermiş gibi yansıtıyoruz. Çocukları,
anne-babaları böylesine kısıtlaması, koşullandırması çocuklar için yapılacak en
büyük kötülüktür. İşte bu yüzden biz psikolojik danışmanlar olarak ana-baba
eğitimine oldukça önem vermeliyiz. Acaba tek sorun çocuk mu yoksa onu böylesine
şekillendiren anne ve babada mı?
Adler’de kitabında sıkça yaşam tarzına ve toplumsallığa vurgu yapıyor.
Bir çocuğun durumunu yorumlarken, açıklarken mutlaka yaşam tarzına, anne ve
babasının tutumuna, çevresine, kaçıncı çocuk olduğuna bakıyor ve durumu öyle
açıklıyor.
Kitabı genel anlamda çok beğendim fakat bir konuda eksik buldum. Alfred
Adler, sorun ne çok iyi yakalayıp, nedeninin ne olduğunu hemen bulabiliyor ama
empatiden yoksun, dikte edici bir öğretmenmiş gibi danışana yaklaşımı var.
Bizler 4 yıl boyunca aldığımız eğitimle, danışanla yakın ilişki kurmak diye bir
kavram öğrendik. Bu kavramın gerektirdiği ölçüde bir yakınlık söz konusu
maalesef değil.
Kitapta çelişkide kaldığım bir nokta ise Adler’in olasılıklı, tahmine
dayalı veya varsayım üzerinden sonuçlara varması. Psikolojik danışman olarak maalesef
her şeyi bilmemiz mümkün değil. Anlatılanlar var, anlatılmayanlar,
anlatılanların altında yatanlar.. bu yüzden konuştuğumuz kişi ile ilgili bir
tahminde bulanabiliriz. Buna göre bir yöntem izleyebiliriz fakat bu durum ne
kadar tam anlamıyla doğru olur bunu bilmiyorum. Yanlış yönlendirmeler
yapabiliriz. Hata edebiliriz. O yüzden tam emin olmadan bir yöne girmek
açıkçası bana çok doğru ve sağlıklı gelmiyor.
*Kitabın bazı bölümleri aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
1.SÖZDE
ERGİNLİK KRİZLERİ
Kitabın bu bölümde
fakir bir ailenin ortanca çocuğu olan 14 yaşındaki bir kızın, ailesinden
yeterince sevgi görmediğinden, okuldaki başarı sürecinin yarım kaldığından ve
kızın bu olumsuzlukları karşı cins ile ortadan kaldırmaya çalışmasından
bahsediyor.
14 yaşında evden kaçan,
asi, karşı cinse yakınlık kuran bir ‘ergen’
gördüğümüzde ilk düşündüğümüz şey hormonların etkisi olacaktır. Belki de
ergenlik dönemi bilgilerimiz bu dönemde olan her şeyi hormonlara bağlıyor
olabilir. Ama kitapta da belirttiği gibi bu durumu hormonlara bağlamak tamamen
saçmalık olacaktır. Neden evden kaçtı, karşı cinsten ne bekliyor gibi cevapsız
olan sorularımıza yanıtlar bulmak zorundayız. Bulmayız ki bu durumun asıl
nedeninin ne olduğunu görelim.
Bölümü okuduğumuzda
asıl nedenin ne olduğunu bulmak zor değil. İlgisiz bir anne baba tutumu,
başarısız bir okul macerası, karşı cinsten beklediğini görememek birleşince
ortaya böyle bir profil çıkması kaçınılmaz bir durumdur. Hatta bu durum
karşısında intiharı düşünen bir kız çocuğu var karşımızda.
Adler’in de dediği gibi
böyle bir vaka ile karşılaşırsak yetkili birine başvurmalı ve okulla ilişkisini
devam ettirmemiz gerekir. Bizi aşmayan ve yapabileceğimiz konularda da
elimizden geleni yapmalıyız. Kızın anne ve babasına müşavirlik hizmeti
uygulanmalı. Herkes bu kız için ortak bir payda da buluşmalı ki intihar
eylemini bile düşünen biri için ‘bir’ olarak hareket edilmeli. Evde ilgisizlik
ile büyüyen biri için okulda ilgili olmak onu okuldaki kişilere bağımlı
yapabilir belki. Kitabın bu bölümünde biraz bu durumun eksik olmasını
beğenmedim.
2.TAHTINDAN
İNDİRİLMİŞ AĞABEY
Kitabın bu bölümde ise biri 9 biri ise 7 yaşında olan iki
erkek kardeşten bahsediyor. Küçük çocuğun gelmesi ile büyük çocuğun yaşadığı
sorunlara dikkat çekilmiştir.
Bu bölümü bir sonradan gelen olarak oldukça ilgiyle
okudum. Tam da Adler’in dediği bir kanıya vardım. Kesinlikle büyük çocukların
veya küçük çocukların sergilediği davranış örüntüleri ebeveynlerin tutumuna,
çevredeki insanlara, yaşam tarzlarına bağlıdır. Aile o iki çocuk arasındaki
dengeyi kurmak zorundadır. Büyük ile küçük kardeş arasında kıyaslamalara
girilmemelidir. İlgi her ikisine de eşit derecede gösterilmelidir. Evet, biz
sonradan gelen çocuklar olarak abimizin/ablamızın tahtını sallandırıyoruz. Ona
yetişmeye çalışıyoruz. Fakat bu durumda biz ikinci çocukları gerçek bir savaşın
içine sokuyor. Bu yüzden anne ve babalar çocuklarını kıyaslama yoluna
gitmemeli.
3.KAYBOLMUŞ
CENNET UĞRUNA MÜCADELE
Bu
vakada 5 yaşında bir çocuğun hayatına bakarak, okulda nasıl davranacağı
konusunda fikir sahibi olmamızı, tahminlerde bulunmamızı istiyor Adler. Çocuğun
hayatına baktığımızda güç bir çocuk olduğunu görüyoruz. Hiperaktif, tahtından
indirilmiş, ilgiyi hep üzerinde isteyen bir çocuk. Öyle ki ilgiyi üzerinde
tutmak için çamurlu ayakkabılarıyla masaya çıkıyor, annesi iş yaparken ışığı
açıp kapatıyor, anne ve baba şarkı söylerken bağırıyor. Bu tip davranışları
oldukça fazla yapıyor.
Çocuğun
hayatına baktığımızda aslında bu davranışları sergilemesi bana kalırsa normal.
Anaokuluna gitmemiş ve yeni doğan kardeşi üzerindeki ilgileri sıklıkla görmüş
biri onunla ilgilenilmediğinde ilgiyi üzerine çekmek için kötü davranışlarda
bulunacaktır. Nitekim bunu yaptığı zamanlarda da ilgi üzerine gelince yaptığı
bu davranışlar pekişiyor.
Psikolojik
danışmanlar böyle bir vaka karşısında ne yapacak? Derste paylaştığımız
hiperaktif olan bir çocuğun durumu aklıma geldi. Psikolojik danışmanın odasında
basılmadık yer bırakmayan, vazoyu kıran bir çocuktu bu vakanın baş kahramanı.
Çok benzerlikleri olan bu vakada da yine aynı şekilde davranabiliriz. Çocuk
bize istekli veya gönüllü olarak gelmeyecektir. Ortalığı dağıtıp,
hareketliliğini göstermesini beklemeliyiz. Bir şey yaptığında sert ve ceza
verici tepkiler vermek ateşe körükle gitmekle aynı şeydir. Bizi yıldırmasına
izin vermediğimiz takdirde kendisi yılacak ve konuşmaya başlayacaktır. Danışma oturumları hem çocuk hem de aile ile
ayrı şekilde ilerlemelidir. Böylelikle 5 yaşındaki bir çocuğun okula başlayana
kadar bu durumlarının üstesinden gelmeyi başarabiliriz.
4.İDRARINI
KAÇIRAN ÇOCUK (ENÜREKTİK)
Bu vakada 12 yaşında Emile isimli bir çocuğun idrar
kaçırma davranışları ele alınıyor. Bu davranışları yapmasının en büyük
nedeninin de ilgi istediği, saldırganlık eğilimleri taşıdığı hakkında fikir
sahibi oluyoruz.
Bir çocuğun altını ıslatma davranışlarını ne zaman
yaptığını pek önemsemezdim. Yani ‘sonuç olarak altını ıslatıyor mu ıslatıyor’
diye bakardım. Fakat bu bölümde düşünce bayağı bir değişti. Çünkü çocuk
geceleri değil gündüzleri altını ıslatıyor. Bu durumda da bizler çocuğun,
gündüzleri bir gerilim içinde bulunduğunu belirtmeliyiz. Çocuk onunla daha
fazla ilgilenilmesini istiyor olabilir.
Çocuk üvey babaya sahip. Üvey baba ise çocuğa sert
davranıyor ilk başlarda. Çocuğa bu denli sert davranmak ona cezalar vermek,
sevgisizlik göstermek çocuğun kinlenmesine neden olacaktır. Bu durum sonucunda
da suçlamalar başlayacaktır.
Çocuk evden uzakta büyümüştür. Ya bir akrabasında ya da
yetimhanede. Akrabalarının yanında olan çocuklar ilgi görebilir, onlar
tarafında sevgiyle karşılanabilir. Bzim kültürümüzde akrabalık bağları oldukça
gelişmiş olduğundan bir teyze, hala yanında şımarıklığımızı, ilgi çekme
isteğimizi daha fazla belli edebiliyoruz. Ama yetimhanede öyle değil. Katı ve
sert bir ortamda bu ilgiyi bulmak oldukça zordur.
Son olarak çocuğun okul hayatına bakacak olursak eğer,
okul hayatı da oldukça meşakatli bir şekilde ilerlemektedir. İlkokul bir ve
üçte sınıfta kalan bir çocuk başarısız bir eğitim hayatına başlamılltır. Bu
durum onu oldukça geren, hiddetlendiren bir durumdur. Neyse ki bu durum
geçmişte kalmış yeni okul yaşamında arkadaşlar edinmiştir. Buradan anlıyoruz ki
çocuk umut etmiştir.
Biz psikolojik danışmanlar olarak bir vakada olumlu ve
olumsuz yanları iyi görmeliyiz. İşe olumlu yanlar ile başlarsak daha etkili
sonuçlar alacağımızı düşünmekteyim. Adler’in öğüt verici konuşmaları yerine
ben, çocuğun ailesine ve kendisine ev ödevleri verirdim. Birlikte zaman
geçirmeleri ve iyi şeyleri görüp fark etmeleri için. Çocuğu
cesaretlendirmeliyiz. Cesaretlendirmeliyiz ki yaptığı şeylerin olumlu yanlarını
görüp kendini değerlendirsin.
Psikolojik Danışman Ece Nur Öztürk